Duygusal Yaklaşımlardan Uzak Kadırov Dönemi Çeçenya’nın Güncel Politikası

Öncelikle yazıyı kaleme alan şahsın Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde öğrenci olması münasebetiyle, Türkçe’yi dil bilgisi ve imla kurallarına uygun olarak kullanmasını ve yazı geneline hakim olan ilköğretim öğrencisi seviyesindeki cümle kurgularından kaçınmasını beklerdik. Yazının akademik bir çalışmanın kriterlerini barındırmaması mevzusu ise doğrudan bu öğrenciye eğitim veren kurumu ilgilendiren bir husus olduğu için burada kendisine nelerin eksik, hatalı ya da gereksiz olduğundan bahsetmeyeceğiz.
İkinci olarak yazarın çalışmasının tamamına hakim olan farklı alfabeler arasındaki nakilde ciddi bir problemin var olduğunu belirtmek gerekir. Örnek vermek gerekirse, Kiril alfabesi ile “Джохар” şeklinde yazılan bir ismin Latin alfabesine “Cavhar” şeklinde nakledilmesini anlayabilmek mümkün değildir. Eğer yazar, genel kabul gören sistemi dikkate almamışsa, farklı alfabeler arasındaki geçişimlerde kullandığı alfabeyi ve neden bu şekilde bir değişiklik yaptığını muhakkak surette açıklamak zorundaydı ki bu durumun çalışmada dikkati çeken esaslı teknik hatalardan birisi olarak göze çarptığını belirtmeden geçemeyeceğiz.
İçeriğe gelirsek, yazarın terminoloji konusunda da dikkat çeken hataları vardır. Söz gelimi yazar, “1. Çeçen Savaşı olarak bilinen savaşlarda” şeklinde bir ifade kullanmaktadır. Yazarın kamuoyunda bilindiğini ya da anıldığını ifade etmek istediği savaş “I. Rus – Çeçen Savaşı”dır ya da daha doğru bir tanımlama ile “Rusya Federasyonu’nun 1994 yılında Çeçen Cumhuriyeti’ni İşgal Etmesi”dir. Yazarın kamuoyunda bu şekilde anıldığını iddia ettiği tanımlama Rusya Federasyonu yetkililerinin kullandığı ve Rus kamuoyunun kullanmayı tercih ettiği bir tanımdır. Bu savaşı Çeçen halkı kendi kendine yapmadığına göre, ortada bir sivil çatışma bulunmadığına göre saldırgan tarafında isminin zikredilmesi gerekmektedir. “Rus” ya da “Rusya” isminin ısrarla vurgulanmaktan kaçınılması kamuoyu önünde oluşturulmak istenilen Çeçen imajını perçinlemek amacıyla tercih edilmektedir ve asıl faili gözden uzakta tutmayı amaçlamaktadır.
Yazar henüz daha tarihsel arka planının başında :
“…Kasım ayında (1990) eski bir Sovyet generali olan Cavhar Dudayev başkanlığında 1. Çeçen Halk Kurultayı gerçekleştirilmiştir…”
şeklinde bir iddiada bulunmaktadır. Oysa tarihsel süreci incelediğimizde ortada ne ismi “Çeçen Halk Kurultayı” ne de başkanlığını Djokhar Dudayev’in yaptığı bir oluşumun olmadığını görüyoruz. Bu dönemde olan, başını Çeçen entelektüellerin çektiği bir grubun, Çeçen halkının “ulusal kültür, dil, tarih ve gelenek-görenekleri” ile ilgili problemlerini tartışmak üzere “Çeçen Ulusal Kongresi”ni toplama girişiminde bulunmasından ibarettir. Bu inisiyatif, cumhuriyet yönetimi tarafından da desteklenmiştir, kongrenin Organizasyon Komitesi Başkanı olarak ise Dudayev değil Leça Umhayev görevlendirilmiştir. Yani, herhangi bir kişinin başkanlığında toplanan bir kurultay yoktur, bir halk inisiyatifi ve bu halk inisiyatifi karşında tepki çekmek istemeyen Çeçen – İnguş Sovyet Sosyalist Özerk Cumhuriyeti yönetimin rızası ve kontrolü altında gerçekleştirilen bir kongre vardır ve Dudayev ancak bu kongrenin sonunda kurulan Çeçen Ulusal Kongresi İcra Komitesi’ne Başkan olarak seçilmiştir. Yani onun başkanlığında toplanmamıştır, bir üst akıl ya da bir otorite tarafından atanmamıştır. Kongre delegeleri tarafından kongre sonunda kurulmasına karar verilen komiteye başkan olarak seçilmiştir.
Yazar yine benzer bir şekilde ya bilinçli olarak tarihsel bazı gerçekleri çarpıtmaya çalışmakta ya da konu hakkında yeterli bilgisi olmadığı, hakkında yazı yazdığı bir konuda da gerekli araştırmaları yapmadığı için tarihsel arka plan bilgilerini aktarmaya şu hatalı cümleler ile devam etmektedir :
“1991 yılı Haziran’ında da 2. Çeçen Halk Kongresi yapılmıştır. Bu kongrede Cavhar Dudayev başkan olarak seçilmiş ve Rusya ile birlik antlaşmasının imzalanmayacağı yönünde karar alınmıştır. Gelişen olaylar sonucu Cavhar Dudayev bağımsızlık ilanı etmiştir. 1991 yılı Haziran’ında da 2. Çeçen Halk Kongresi yapılmıştır. Bu kongrede Cavhar Dudayev başkan olarak seçilmiş ve Rusya ile birlik antlaşmasının imzalanmayacağı yönünde karar alınmıştır . Gelişen olaylar sonucu Cavhar Dudayev bağımsızlık ilanı etmiştir…”
Oysa gerçek yazarın kaleme aldığından çok farklıdır. Kongre, ülkenin Devlet Başkanı’nı seçmemiş, yine aynı kongre federasyon anlaşması konusunu tartışmamıştır, zira RF’nun kuruluşu 13 Mart 1992 tarihine yani bu kongreden 1,5 yıl sonrasına denk gelmektedir. O dönemin tarihsel kayıtlarına baktığımızda I. Çeçen Ulusal Kongresi’nin, bu kongre sırasında Çeçen Cumhuriyeti Nokhçiçö’nün egemenliğinin ilan edilmesine karar verdiğini, bu karar doğrultusunda da 27 Kasım 1990 günü Çeçen – İnguş Sovyet Sosyalist Özerk Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin, “Çeçen-İnguş Cumhuriyeti”nin “Devlet Egemenliği”nin ilan edilişine dair kararnameyi yayınladığını görüyoruz. Bu deklarasyonun bir sonucu olarak Rus Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti bünyesinde otonom bir cumhuriyet olarak yer alan Çeçen – İnguş Sovyet Sosyalist Özerk Cumhuriyeti’nin hukuksal statüsü değişmiş ve RSFSC ile eşit statü ve hak sahibi olmuştur. Haziran 1991’de toplanan “II. Çeçen Ulusal Kongresi” ismini “Çeçen Halkı Ulusal Kongresi” olarak değiştirirken Çeçen-İnguş SSÖC Yüksek Sovyeti’nin düşürüldüğünü ve “Çeçen Cumhuriyeti Nokhçiçö” nün kurulduğunu, ayrıca kurulan geçici hükümete Çeçen Halkı Ulusal Kongresi İcra Komitesi’nin liderlik edeceğini açıklamıştır. Dudayev işte bu icra komitesinin başkanı olarak seçilmiştir. 27 Ekim 1991 tarihinde ise Devlet Başkanlığı ve parlamento seçimleri gerçekleştirilmiş, Dudayev bu meşru ve demokratik seçimler neticesinde Devlet Başkanı olarak seçilmiştir. Devlet Başkanı olarak seçilen Djokhar Dudayev kendi başına bir bağımsızlık ilanı gerçekleştirmemiştir, Çeçen Ulusal Kongreleri’nde alınan kararlara uygun olarak, Çeçen halkının talebi ve isteği doğrultusunda Çeçen Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan eden kararnameyi yayınlamıştır. Bu kararname, Çeçen halkının kolektif aklının aldığı bir kararın Devlet Başkanlığı temsil makamınca yasal düzleme oturtulmasıdır, yoksa Dudayev tek başına böyle bir karar almamıştır.
Yazar tarihsel bilgileri çarpıtmaya şu cümlelerle devam etmektedir :
“1996 yılında Cavhar Dudayev, şehit edilmiş yerine ise seçimleri kazanan Aslan Mashadov gelmiştir. Bu dönemde Rusya’ya büyük bir iç muhalefet de doğmuştur. Savaşı kazanan Aslan Mashadov liderliğindeki Çeçenistan ile Rusya arasında 1996 yılında Hasavyurt Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre Çeçenistan aşamalı olarak bağımsızlık hakkı ve self-determinasyon hakkı elde etmiştir. Ancak Rusya 2001 yılında çözülmesi beklenen antlaşmanın sonunu beklemeden 1999 yılında çeşitli sebepler ileri sürerek Çeçenistan’a saldırı düzenlemiştir…”
Djokhar Dudayev’in 21 Nisan 1996’da bir suikast ile katledilmesinden sonra yerine Çeçen Cumhuriyeti İçkerya Anayasası’nın 75. Maddesi gereğince o sırada Devlet Başkanı Yardımcısı olarak görev yapan Zelimkhan Yandarbiyev geçici olarak geçmiştir, Aslan Maskhadov değil. Yazarın Rusya’da doğduğunu iddia ettiği iç muhalefet ise savaşın hemen başından itibaren Rus Asker Anneleri’nin başlattığı sivil hareketin, ülkedeki ekonomik durumun ve yozlaşmanın bir sonucu olarak her geçen gün büyümüştür, yoksa bahsi mevzu “iç muhalefet” birden bire büyümemiş ya da ortaya çıkmamıştır. Yazar, tarihsel süreci hakkıyla incelemediği için 31 Ağustos 1996 tarihinde Çeçenya ve Rusya arasında imzalanan sözleşmeyi 12 Mayıs 1997’de Moskova’da imzalanan sözleşme ile karıştırmaktadır. Oysa, Ağustos 1996’da “Rusya Federasyonu ve Çeçen Cumhuriyeti Arasındaki İlişkileri Tespit Edecek Prensipler” başlığıyla Rus ve Çeçen tarafları arasındaki barışın temel koşulları görüşülmüştür. Yazar, ya sözleşmeyi okumadığından ya da okuduğunu anlamadığından söz konusu sözleşmenin Çeçenya’ya “aşamalı olarak bağımsızlık hakkı ve self-determinasyon hakkı” verdiğini iddia etmekte, “2001 yılında da bu konunun çözülmesinin beklendiğini” ifade etmektedir. Mevzu bahis sözleşme 1994 yılında başlayan işgale son veren ve taraflar arasında resmen ateşkesi sağlayarak Rus ordusunun işgal ettiği Çeçen topraklarından çıkmasının yasal zeminini oluşturan belgedir. Bu belge ne aşamalı bir bağımsızlık sürecinden bahsetmekte, ne Çeçenya’ya self-determinasyon hakkı tanımakta, ne de 2001 yılında bir çözüm ortaya koymaktadır. Bu belgede, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne ve 1966 tarihli Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ne atıfta bulunulmakta, bu uluslararası belgeler ışığında Çeçenya ve Rusya arasındaki ilişkilerin tesis edileceği hususu teyit edilmektedir. Bu sözleşme, 2001 yılında bir çözüm önermemekte ama bu sözleşmeye uygun olarak, genel kabul gören uluslararası hukuk kural ve normları ışığında Rusya Federasyonu ve Çeçen Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin 31 Aralık 2001 tarihine kadar bir anlaşmaya düzenleneceğini taahhüt etmektedir. Yine bu sözleşme, Çeçenya’ya “self-determinasyon hakkı” tanımamaktadır, çünkü bu hak uluslararası hukuktan doğan bir haktır, ancak bu sözleşmede Çeçenya’nın yasal sisteminden bahsederken self-determinasyon ilkesine atıfta bulunmaktadır.
Yazarın tarihsel bilgi noksanlığı yine devam eden cümlelerde dikkatli gözlerden kaçmamaktadır :
“1999 yılındaki Rusya’nın saldırısının temel argümanları; bölgedeki Vahhabilerin varlığı ve Rusya içinde yaşanan terör saldırıları olmuştur. Çeçenistan’da ise Aslan Mashadov yönetimi siyasi çözüm isteyerek Şamil Basayev gibi savaşın devam etmesinden yana olanlar ile ayrışmıştır. Çeçen halkı, münferit vakalar dışında Aslan Maskhadov’un ardından geçilen Kafkasya Emirliği sürecine destek vermeyerek, zaten yeni bir dönemden yana tavır almıştır…”
I.Rus-Çeçen Savaşı’ndan sonraki dönemde Rusya bölgedeki Vahhabilerin varlığından rahatsız olmadığı gibi, bu türden yapılanmaları desteklemiştir, Çeçen Cumhuriyeti İçkerya yönetimi ise bu türden radikal eğilimlere karşı tavır almıştır. Maskhadov’dan sonra “Kafkasya Emirliği”ne geçiş gibi bir süreç yaşanmamıştır. 2007 yılında Çeçen Cumhuriyeti İçkerya Anayasası’na karşı işlenen bir suç ile bir grup devlet yönetimini ele geçirmeye ve devlet yönetim sistemini değiştirmeye çalışmıştır. Ancak Çeçen Cumhuriyeti İçkerya Parlamentosu milletvekillerinin hızlı müdahalesi ile bu girişim engellenmiştir ve Çeçen halkının iradesi halen Akhmed Zakayev liderliğindeki meşru Çeçen Cumhuriyeti İçkerya hükümeti eliyle vuku bulmaktadır. Yazar, münferit vakalar haricinde Çeçen halkının Rus nominal egemenlere hizmet eden Kadırov’u benimsediğini iddia etmekte, ancak bu iddiası için herhangi bir delil ortaya koyamamaktadır çünkü gerçek tam olarak bunun zıttıdır.
Yazar sadece tarihsel konularda değil ama Çeçen toplumsal yapısı hakkında da ciddi bilgi eksikliklerine sahiptir. Söz gelimi yazar :
“Çeçenistan’da çok güçlü olan sufi tarikatlarin liderlerinden biri olan (Akhmat) Kadirov…”
şeklinde bir iddia ortaya atmaktadır, ancak ne baba, ne amca Kadırov herhangi bir tarikatın liderliğini yapmamıştır. Akhmat Hajı Kadırov, Çeçenya Müftüsü olarak görev yapmış ve Rusya’ya karşı “cihat” ilan ederek her bir Çeçen’in en az 150 Rus’u öldürmesi gerektiği yönünde fetva veren bir kişiliktir. Sovyetler döneminde sıradan ve alışılagelmiş olduğu üzere dini eğitim alan herkes gibi KGB ile irtibat halinde olmuş, ilk savaş sırasında da, barış döneminde de ve ikinci savaş döneminde de bu kurumun halefi ile irtibatı kesmemiştir. Nitekim kendisine yönelik bir Rus televizyon kanalında yapılan eleştirilere “Putin benim ilk savaş sırasında neler yaptığımı biliyor” şeklinde bir yanıt vermesi bunun en açık delilidir.
Yazar, II.Rus-Çeçen Savaşı süresine ilişkin de gerçek dışı bilgiler vermektedir :
“Rusya, Putin döneminde Çeçenistan’daki ayrılıkçı taraflara çok sert cevaplar vererek ve Kadirov güçlerini de kullanarak Çeçenistan’ı ele geçirmiştir…”
Öncelikle akademik bir çalışma hazırlayan bir kişinin Rus tarafının tezlerinde hüküm bulan “ayrılıkçı” ifadesine çalışmasında yer vermemesi gerekir. Nitekim, Türkçe’ye “ayrılıkçı” olarak tercüme edilen terim Büyük Rus Ansiklopedisi’nde ideolojik ya da siyasi temellere dayanan, mevcut bir devletten ya da egemenlikten belirli bir toprak parçasını ayırma girişimini gerçekleştiren kişi ya da gruplar olarak tanımlanmaktadır. Çeçenya’da bu tanıma uyan herhangi bir kişi ya da grup bulunmamaktadır. Çeçen Cumhuriyeti yasal olarak hiçbir zaman Rusya Federasyonu’nun bir parçası olmamıştır, dolayısıyla da bir ayrılıkçılıktan bahsetmek sadece belirli bir ideolojik fikre hizmet etmenin bir göstergesidir, objektif olması gereken bir akademisyenliğin değil.
İkinci olarak, Çeçenya’daki savaşın gidişatını etkileyen Kadırov’un ya da diğer Rus yanlısı güçler olmamıştır. Nitekim, Akhmat Kadırov’un etrafındaki Rus yanlısı Çeçen güçlerin sayısı 500 kişiyi dahi bulmamaktaydı ve bu dönemde Kadırov’dan ziyade özellikle Yamadayev’e bağlı gruplar daha etkili ve kalabalıktı. Her durumda da, Çeçenya’daki savaşta Rusya’nın uluslararası sözleşmelerce yasaklanan silahları ve metotları tatbik etmesi, sadece başkent Grozny’de ikinci dünya savaşından bu yana en fazla bombardımanın yapılmış olması gibi askeri nedenler ile ardı arkası kesilmeyen savaş suçları asıl belirleyici faktörler olmuştur.
Stratejik düşünce derinliğinden, tarih ve siyaset bilimleri bilgisinden yoksun yazar, “Ahmet Kadirov ve arkadaşlarına Rusya kahramanı ünvanı verilerek, Çeçenistan Ahmet Kadirov başkanlığında Rusya Federasyonu’na bağlı bir federe devlet olmuştur…” şeklinde absürt bir iddia da ortaya atmaktadır. Herhangi bir kişi ya da bir gruba madalya verilerek, o kişilerin yaşadığı bölgenin başka bir ülkeye ilhak edilmesi herhalde sadece yazarın hayal dünyasında gerçekleşebilecek bir olaydır.
Yazar ısrarla Ramzan Kadırov ismi etrafında bir mit yaratmakta, Çeçenya’da Ramzan Kadırov’un tek bir otorite olduğu ya da Rus işgali altındaki ülkede Ramzan Kadırov’un kendi siyasi ajandasını uyguladığı iddiasını dile getirmektedir. Bahse mevzu illüzyona sıklıkla dünya medyasında ve Rus akademi çevresinde de rastlanılmaktadır. Gerçekte ise, Ramzan Kadırov tam olarak Vladimir Putin’in emrindeki bir vassaldır. Kadırov, Kremlin tarafından kendisine verilen rolü oynamakta, Rusya’nın Müslüman ülkelerle olan ilişkilerini düzeltmek için bir truva atı olarak kullanılmaktadır, yoksa Kadırov kendi kendine Müslüman ülkelerle bir ilişki geliştirmemekte ya da Kremlin’den bağımsız bir politika ortaya koymamaktadır. Bugün Çeçenya’da Rus işbirlikçisi rejimin attığı her adım merkezi Rus yönetiminin bilgisi dâhilinde olmaktadır, bu da son derece doğaldır zira Çeçenya Rus askeri işgali altındadır. Bir dönem Jirinovski üzerinden test edilen Rusya kamuoyu, bugün ikonlaştırılan Ramzan Kadırov aracılığıyla test edilmekte, Çeçenya bir test merkezi gibi kullanılmaktadır. Yazarın en büyük handikabı, halen Rusya Federasyonu’nun işgali altında olan Çeçen Cumhuriyeti’ne Ramzan Kadırov idaresinde bağımsız ya da yarı özerk bir oluşum resmi çizmesidir. İşbirlikçi Çeçen rejimi, Rusya Federasyonu’nun bilgisi ve izni olmaksızın ne Türkiye ile ne de herhangi bir başka devlet ile bir tek kibritin değiş tokuşunu dahi yapamayacak statüdedir. Yazar, Rus işgali altındaki Çeçenya’da işbirlikçi rejim tarafından kurulan silahlı grupları ülkenin silahlı gücü gibi değerlendirmekte ve Ramzan Kadırov’a büyük bir silahlı gücün lideri sıfatını yakıştırmaya çalışmakta, halen Çeçenya topraklarında var olan ve sayıları 40 bini geçen Rus askeri varlığından ise bahsetme ihtiyacı hissetmemektedir. Kadırov’un Çeçenyası’nda işsizlik oranının %80’leri bulduğunu ve işgal altındaki ülkedeki iş imkanlarından en önemlisinin bu türden gruplarda çalışmak olduğu gerçeğini ise gizlemektedir. Nitekim Kadırov’un silahlı güçlerinin iki elin parmaklarını geçmeyecek özgürlük savaşçısına karşı 2014 yılında başkent Grozny’de verdiği sınav medya aracılığıyla şişirilen güçlerin kocaman bir balondan ibaret olduğunu göstermektedir.
Tarihsel arka plana müteakip yazarın sonuç olarak ortaya koyduğu öneriler, iddialar ve açıklamalar sıradan bir kahvehane sohbetinin ötesine geçememektedir. Yazarın düşüncelerini haklı çıkarabilmek adına kendisini Çeçen halkının meşru temsilcisi Çeçen Cumhuriyeti İçkerya devletinin mevcut liderinden bir alıntı yapmak zorunda hissetmesi de dikkate değer bir unsurdur. Yazar, “İçkerya Başbakanı Zakayev birkaç yıl önceki bir açıklamasında, Ahmet Kadirov’un, Rusya ile anlaşmakla birlikte, Çeçen petrollerinin millileştirilmesini de isteyen ileri görüşlü bir adam olduğunu söylemiştir” şeklinde bir güzelleme yapmakta ve Akhmat Kadırov’u, dolayısıyla Ramzan Kadırov’u aklamaya çalışmaktadır. Ancak mevzu bahis mülakatın tamamı incelendiğinde Akhmed Zakayev’in böyle bir söylemi olmadığı görülecektir. Yazar şark kurnazlığı içerisinde bir paragraf içerisinde geçen bir cümleyi alıntılayarak umutsuzca kendi görüşüne zemin yaratmaya çalışmaktadır. Eğer cımbızla kelime oyunları yapmak gerekirse, Ramzan Kadırov’un pek çok açıklamasından Çeçen Cumhuriyeti İçkerya ve liderleri hakkındaki övgü dolu sözleri bir makaleye taşınabilir.
Yazarın bu zorlama ve niteliksiz çalışmayı ortaya koymasındaki amaç yazının girizgahında eleştirerek bahsettiği “Türkiye’deki duygusal yaklaşımlara” bir katkıda bulunmak değil elbette. Yazar kendince bu duygusallığı eleştirerek objektif bir çalışma sunduğunu iddia ediyor, yalnız ortaya çıkan çalışmayı okuduğumuzda tarihsel gerçeklerin çarpıtıldığı, bilgisizliğin ve kendini bilmezliğin ortaya konulduğu bir örnekle karşılaşıyoruz. Yazarın amacı halis ve içten duygularla bir halkın haklı ve meşru bağımsızlık mücadelesini destekleyenlere, zorbaya, gücü elinde tutan haksıza karşı haklı bir direniş gerçekleştirenlere de bir destek vermek değil yazdıklarından malum olduğu üzere, yazarın amacı kendi girizgahındaki değil, ünlü komedyen Cem Yılmaz’ın bahsettiği duygusallıkta ve bu duygusallıktan kendi payına düşeni alma hevesinde gizlidir.
Av. Burak ÖZTAŞ
31.05.2020 – EHESS/Paris
© Ickerya.com